Deniz durgun çarşaf gibi uzanmıştı yeryüzüne. Uzun kanatlı bir al Martı süzülüyordu gökte.
Güneş, pırıl pırıl parlıyordu, simlerini serpmiş gibiydi uçsuz bucaksız yeryüzüne.
Al Martı’nın gözleri denizin yüzeyini okşar gibiydi. Uzun kanatlarının tüyleri arasından
geçen rüzgarın çıkardığı melodiler havada süzülürken bir aşk şarkısı çalıyordu yüreğine.
Deniz ile göğün birleştiği o ince çizgiye bıraktı kendini al Martı. Ve bir Düş’e daldı.
Göğün açık mavisi, denizi saydamlaştırmıştı sanki. Görünür kılmıştı denizin bütün gizlerini,
karanlık sular aydınlanmıştı. İki cihan birleşmiş gibiydi, yeryüzü ile gökyüzü.
Parlak pullu küçük hoş bir balık denizin yüzeyinde yüzerken gökyüzüyle buluşmuş gibiydi
adeta.
Deniz değildi sanki içinde yüzdüğü, gökyüzüydü sanki süzüldüğü. Bu iki ayrı dünyanın
arasında o da bir rüyaya daldı, gökyüzündeki uzun kanatlı al martının düşünü gördüğü o
yerde.
Aynı rüyada buluştular. Uzun kanatlı al martı ile pulları parıldayan hoş balık. O çizgide
birleştiler.
Balık gökyüzünün kokusunu çekti içine, ciğerleri yandı martıya sarıldı. Martı ayaklarını
topladı denize daldı. İşte o sırada uyandılar düşlerinden, balık sarhoş oldu, martı topal kaldı.
“Kutsal sandıkların bazen o kadar basit bir gerçektir ki…
Aslında sadece yaşanması gereken…
Doğallığına gereksiz ve sahte anlamlar yükleten.”
Sevil Koçarslan Özdemir