Seninle ilk kez nerede karşılaştık çok iyi hatırlıyorum. Ben yarı uyuşmuş, yarı uyanık, kapıları ayak ucundan çarparak açan metal bir sedyenin üzerinde, beş numara miyobumdan mıdır, iki dakika önce yapılan sakinleştiricinin etkisinden mi bilmem, etraf tamamen flu şekilde akıyordu. Son kapıya da vurdu sedye, açıldı kapı ve göz göze geldik seninle. Bir çift mavi göz. Karşılıklı duvarın dibine sıralanmış yataklar, yataklarda yatanların orasından burasından sarkan hortumlar, kablomsu bir takım uzantılar; anne karnındaki cenini besler ve hayatta tutar gibiydi. İşte sen kapının karşısındaki ilk yatakta hafif oturur pozisyonda gelmemi bekler gibiydin. Sanki randevulaştığımız yerde sen beni, ben seni görmek ister gibi bekliyorduk birbirimizi. Asansörde iken birden aklıma gelmiş ve çağırmıştım seni. Ama bu kadar çabuk gelebileceğini hiç tahmin etmemiştim, çok teşekkür ederim. Biz inene kadar gelmiştin bile beni karşılamaya.
Sedyeyi itenlerin hızı izin verdiği kadar baktım maviye ve teslim olan kalbim sonuna kadar teslim oldu sana, gülümsedik birbirimize ve üzerinde uzandığım tekerlekler sağa çark edince kapattım gözlerimi. Hani yüzünü güneşe döndüğünde gözlerini kapatsan da içeri girer ya ışığı aynen öyle göz kapaklarımın bile engelleyemediği bir aydınlığın altında bir uykuya daldım. Hep oradaydın biliyorum.
Sol yanımın bir pencere açımı ihtiyacı olan havalandırmayı yapmış ve pencereyi kapatmaları arasında saniye varmış gibi geldi bana ama 6 saat sağ yanıma dönük uyutmuşlar beni. Seninle karşılaştığımız odaya almışlar dizi dizi yatanların arasında ben de anne karnındaki doğmayı bekleyen bebekler gibi bağlanmışım kablolarla hayata. Gözümü açtığımda ortalık yine flu orada bir arkadaşımla bana renkli bir çiçek buketi göndermişsin, şaşırtıp gülümsettin. Hani bebekler anne karnından çıkınca bir şaplakla nefesine kavuşur ya, ben de çiçeklerle kavuştum yenilenmiş ilk nefesime. Fotoğraf makinesinin açılıp kapanan diyaframı gibi gözümü her açışımda bir tanıdık yüz vardı karşımda. Yasak olan bu alana sen izin vermesen giremezlerdi biliyorum. Teşekkür ederim.
O günden sonra çoğuna göre çok çetin ama benim için ne olduğunu anlamaya çalışırken etrafıma sardığın sevgi çemberinde daha önce tanımadığım hallerle tanıştıran da sendin biliyorum. Kontrolü bıraktığım, sorgulamadan teslim olduğum, yardım isteyebildiğim, düşüncelerimle ağzım arasındaki kat kat olmuş filtrelerden kurtulduğum bir zamanın tadını çıkarıyor gibiydim. Hatta her seferinde partiye gider gibi en az 8 kişilik bir kadroyla güzellik iksirimi alırken saçlarıma veda etmemi kapı arkalarında sevdiklerime fısıldayan hemşireyi de seninle birlikte şaşırttık biliyorum. O zaman o kadar yanyanaydık ki maviyle kendini göstermen gerekmiyordu bana, içim masmaviydi çünkü.
Zaman zaman bir çift mavi gözde, arkamı dönünce kaybolacakmış gibi duran bir bedende çıkıyorsun karşıma. İçimde olanı kelimelere dökmek zor. Geçmiş gelecek, zamanla ilgili herşey bitiyor ve sadece an kalıyor. Bir tamamlanmışlık hissi mi desem, kalbime yayılan coşku mu, çocuk saflığında bir sevinç mi, hepsi çok yetersiz kalıyor, tanımlamaya çalışmadan tadını çıkarıyorum.
En son dün gördüm seni. Ne zaman çokça şükür dolsam ne zaman ferah bir nefese ihtiyaç duysam, biraz kontrol duygusu sarsa eski bir anı gibi zihnimi, unutsam teslimiyeti, güvenmeyi; çoklukla yardıma senin ihtiyacın varmış kılığında sen çıkıyorsun karşıma mavi gözlerle. Dün akşam caddede ütülü pantolonun ve gömleğin, nur yüzün, başındaki beren ve elindeki mendillerle oradaydın. Yine tarifsizdi içim, indi gözümden bir damla, içimi yıkadın. Teşekkür ederim.
Arzu Şenel