İçinden kocaman suların aktığı dağların arasında yaşarmış dere kuşları. Sis
bulutlarıyla, rüzgarlarla, fırtınalarla akan bir derenin kenarında adı “Ada” olan bir toprak
parçasıymış burası. Büyük bir aileymiş kuşlar burada. Her gündoğumunda çoğalırlar, her
günbatımında da azalırlarmış. Ada kuşları sevdiklerinden hiç vazgeçmezlermiş. Onlara
kavuşmak uğruna, her gün tüylerini sis bulutuna verirler, rüzgarla sevdiklerine doğru
savururlarmış. Ada’ ya gelmeleri için gönderdikleri bir davetiyeymiş sevdiklerine bu
tüyler. Ada’ya her kim geliyorsa bir ada kuşu olurmuş. Ve sevdiğine her gündoğumu bu
davetiyeden gönderirmiş. Günbatımı gelmeyen sevdiğinin kederinden ölürmüş. Bu
nedenle ada kuşları doğan her gün çoğalırlarmış gelenlerle. Ve batan her gün azalırlarmış
gelmeyenlerle.
Bir gün bir ada kuşu bir tüy bırakmış sis bulutuna. Sis bulutu bu tüyü rüzgara vermiş.
Rüzgarla birlikte tüy dolaşmış diyarları. Fakat davet edilen sevgiliye ulaşamamış. Dere
Kuşları hiç vazgeçmezmiş. Tekrar gönderirlermiş tüylerini. Gerekirse kanatları kalmayana
kadar, çırılçıplak olana kadar vazgeçmez esirgemezlermiş sevdiklerinden tüylerini.
Günlerden bir an Sevgili görmüş dere kuşunun tüyünü. Almış davetini. Doğan günle
birlikte. Takmış omuzlarının iki yanına. Uçmuş göklere, denizleri dereleri dağları aşmış.
Ada kıyısına ulaşmış. Onu bekleyen dere kuşunun yanına. Bir dere kuşu olmuş o da. Ve
her doğan gün ile o da sis bulutuna bırakmış tüyünü. Oradan rüzgara vermiş bir sevgiliye
ulaştırsın diye davetini.
Dere kuşları hiç vazgeçmezmiş sevgililerden. Her gündoğumunda çoğalırlarmış gelen
sevgiliyle ve her günbatımında azalırlarmış gelmeyen sevgilileriyle deremin kuşları.
Ve…
“Öğrenirsin ki Aşk, sevgi kadar merhametli değildir.”
Sevil Koçarslan Özdemir