Akmak fiilini duyunca aklına ilk gelen nedir? Akışkan, sıvı bir form değil mi? Şekilsiz, sınırsız, yerinde duramayan, sabitlikten uzak, olduğu ortama uyan, belki nüfuz eden, değişken bir şeyler…
Devrilen bir bardak suyu düşün mesela; akıp gider, o suyu asla aynı halde o bardağın içine geri koyamazsın. Bardak için artık tek çare yeni’den taze bir suyla dolmaktır. Kimine göre yarısı dolu, kimine göre de boştur.
Örneğin bardaktan boşanır bir yağmurda, çatının aktığını düşün. Yol bulup akacağı yere uyumlanmış pıt pıt damlayan yağmur suyuna baksan, o damla ne bir öncekinin ne de bir sonrakinin tıpatıp aynısıdır. Tıpkı aldığımız her nefesin birbirinden tamamen farklı olması gibi. Nefes de akar.
Hadi fiilden, akmaktan, isime geçelim akış diyelim… Peki şimdi ne düşüyor aklına? Popüler kültürün esiri olmuş her tanımlama gibi içi boşaltılmış, anlamından sapmış bir hal mi var karşında? Yoksa kulağında çınlayanlar, boşvermişlik yerine kullanılıveren “Akışta kal” “Akışa bırak” kalıpları mı oldu? Yüzünü buruşturup ne manasız mı dedin içinden? Bunu hiç bir şey yapmadan, rüzgarla savrulan bir yaprak gibi bir çabasızlık olarak mı gördün? Görme!
Şimdi hem oku, hem bir nehir hayal et, mutlu mutlu akıyor. Rengine, hızına sen karar ver. Kimse önüne bir set filan çekmemiş. Özgürlüğü sınırlanmamış. Olduğu gibi akıyor. Akmak için bir şey yapmıyor, doğası akmak. İki kıyısında ağaçlar, dallarında ötüşen kuşlar var. Bu güzel nehrin yoluna bir kaya çıkarsa “vay senin burda ne işin var şimdi” diyip onunla itişmiyor, “ne işi var bunun burda?” diye kendi kendine söylenmiyor, yolunu, hızını kesmiyor, direnmiyor. Hoop etrafından süzülüp yoluna devam ediyor. Akıyor yani…
Şimdi o nehrin akışının içine kendini de ekle. Yapman gereken sadece başını suyun üstünde tutup onunla akıp, ilerlemek, sağında solunda akıp giden manzaranın keyfini çıkarmak. Hayat akarken onunla ilerlemek gibi.
Şimdi kıyıdan nehrin içine doğru büyüyüp uzanmış bir dal parçasına tutunup, akmak yerine orada kalmaya çalıştığını farzet; ne olur? Suyun akışına karşı direnip orada kalmak için tutunduğun elin kolun yorulur. Giderek daha çok güç harcamak zorunda kalır, zaman geçtikçe çok daha yorgun düşersin. Belki de suyun hareketiyle kıyıya çarpar durur, canını yakarsın. Bu acının sebebini de o akan su sanırsın. Orada durmaya çalışmak, akmaya karşı direnmek seni yaralayıp, yorar. Tıpkı geçmişte olup bitmiş bir olaya, hayatında misyonu bitmiş, manzarandan çıkmış bir kişiye, takılıp kaldığın bir duruma, konforum dediğin alışkanlıklarına tutunmak gibi.
Hatırla! Aktığında andasın. Andaysan farkındasın.
Arzu Şenel