Çok yüksek dağlarda bir konak yaşarmış. Orası, içinde kimsenin yaşamadığı, kocaman bir evmiş. Bir tek Nana varmış. Öldüğü halde orada yaşamaya devam eden. Ama Nana‘nın ziyaretine kimse gelmezmiş. Korkarlarmış ondan. Çünkü Nana kendini göstermezmiş. Sadece evi ziyaret edenlere hissettirirmiş kendini. Korkuyu, sevgiyi, endişeyi, merhameti hissettirirmiş. Nana’nın evinin balkonuna oturan derin bir nefes çekermiş. Ağaçların, dağların, derenin, toprağın neminin kokusunu çekermiş ciğerlerine her biri.
Konağın hemen yanındaki, dağın içinden eve doğru uzanan, peri merdivenlerinden çıkanlar her sihri yapabileceklerini hissederlermiş. Tabii bu hisleri her insan kaldıramazmış. Bazıları korkup kaçarmış. Bazısı da donup kalırmış.
Ama Nana hiç gidemezmiş. Kaçamazmış. Çünkü Nana orada ölmüş. Sevdiğine kavuşamadan ölmüş. Sevdiğinin adını sayıklarken ölmüş bu konakta. Ve bu nedenle hiç gidememiş o konaktan. Sevdiği o konakta yaşıyormuş da ondan…
Her gelen ziyaretçinin ruhunda teselli bulmuş. En çok da sevdiğine kavuşamayanların ruhunda mutlu olmuş. Onu teselli eden bu insanların gitmesini hiç istemezmiş. Aynı duyguları yaşayanlarla dertleşmek onların anılarıyla avunmak istermiş. Fakat gelenler ziyaretlerini bitirip giderlermiş. Kalmazlarmış konakta. Nana her seferinde tekrar yalnız kalırmış.
Nana o kadar üzülürmüş ki artık ziyaretçileri de istemiyor olmuş. Gelenleri korkutup kaçırıyormuş. Konak zamanla hayaletli konak diye anılmaya başlanmış. Kimse korkmasın diye konağın tüm kapılarını kilitlemişler.
Terk edilmiş bu konağa seneler sonra bir kadın gelmiş. En karanlık köşesi ilgisini çekmiş kadının. Çünkü kadının içi de karanlıkmış. Hem de zifiri karanlık. Kadın karanlığın içine doğru yürümüş. Nana’nın sesini duymuş:
-“Gel!
Buraya gel.
Bana gel.
Anlat.
Dinle..” diye seslenmiş Nana kadına.
Kadın Nana’ya yaklaşmış. Karanlığın içine yürüdükçe Nana da kadına yaklaşmış. Birbirlerinin yüreklerine dokunana kadar yaklaşmışlar. Sevdiğine kavuşamayan iki yürek bir olmuş. Dilsiz anlaşmışlar, anlatmışlar duygular bir olmuş. Nana kurtulmuş yalnızlıktan. Hisleri aynısından bir arkadaş bulmuş. Kadın dereleri anlatmış, dağları, toprağı, diyarı…
Devran anlatmış.
“Bu dereler akar da sevdiğine kavuşmaz mı sanıyorsun? Her biri bir denize akar. Denizler diyarlara, diyarlar tüm devrana. Devran bilir kavuşmayı da, sen bilmiyor musun! Dereler durmaz akar Nana. Durma! Sen de ak. Çık konaktan. Kapılarının kilitleri açık artık. Ak! Devrana. Kavuşmak için değil mi ki bunca çile?”
Kadın, Nana ile çıkar yola. Nana! der. Kon , ak benimle iki cihana.
“Bilirsin artık yaşamıyorsundur kendin için. Çünkü ihtiyacı olanlar seni çağırır ve gidersin sen de. Özgürlük gitmeyle eş değer...”
Sevil Koçarslan Özdemir