Beklerken yapılacak en güzel şeydi insanları izlemek.
Uçuşa bir saat kala…
Aslı, güvenlik arayışından güvenle yolcu edildikten sonra ötmemek için çıkardığı ne varsa bir bir geri takmaya başladı bir kenarda. Önce saatini taktı sonra saatin kaç olduğuna baktı; kemerini pantolonuna etrafa göz gezdirerek geçirdi, kulaklığının sadece sağ tekini aktifleştirdi ve bir müzik açıp telefonunu arka cebine koydu, bavulunu sürüklemeye başladı. Her yıl olduğu gibi bu yıl da o çok sevdiği köşesine oturacak ve her şeyi izleyecekti. Akışta gerçekleşen olayların kontrolü ondaymışcasına çıkarımlarda bulunacak, teoriler ortaya atacak, gerçekleşip gerçekleşmediklerine dair bekleme süresini hiçe sayıp anlık gelişmeler için takipte kalacaktı.
Aslı bekleme salonuna doğru ilerlerken her zaman oturduğu yer, uzaktan görüş alanına girmişti. Koltuk doluydu. Bir pilot bacak bacak üstüne atmış, bir şeyler okuyordu. Hay aksi diye düşündü Aslı; bu da nereden çıktı şimdi? Dört yıldır bu bekleme salonunda hep aynı koltuk boş olurdu. Demek ki bu zincir birgün kırılacaktı; o da bugündü!
Yaklaştıkça, pilot kafasını ha kaldırdı ha kaldıracak umudunu içinde tuttu. Kafasını bir kaldırsa şahin bakışlarını gönderecekti adama; orası benim yerim bakışlarını.
Nedense ısrarla oraya doğru yürümeye devam ediyordu Aslı. Sadece adımları biraz daha yavaştı. Arada durup ona kıpırdaması için şans veriyordu. Ama nafile!
Ne okuyordu bu adam Allah aşkına! Beyaz bir kağıt… Aslı bir anda “Dur bir dakika!” diye şaşkınlıkla söylendi. “Bu defa bakış açım kendi alanım.”
Aslı adamı en rahat gözlemlenebileceği yere geçti ve soru sormaya kaldığı yerden devam etti.
“Ben on dakikadır buradayım ve hala o kağıda bakıyor. Demek ki bu kağıt tekrar tekrar okuması gereken cümlelerle dolu. Bu bir mektup mu?”
Aslı hemen bu soru üzerine adamın mimiklerini incelemeye başladı. Adam üç kere burnunu çekmişti.
“Ağlamaktan mı burnunu çekiyor? Yoksa nezle mi?”
“ Belki de rutubetli bir yerde saklıydı mektup ve şimdi ortaya çıktı; bu da adamın alerjisini tetikledi.”
Aslı tüm bunları düşünürken bir anda hayretler içinde “Aaa..!” diyebildi ağzını kapatıp. Adam sesin nereden geldiğini anlamaya çalışırcasına sağa sola baktı.
Adam tüm delilleri yok etmiş, okuduğu kağıdı bir anda buruşturup çöpe atmıştı. Birkaç saniye çöpe bakmış sonra başı dik bir şekilde bekleme salonundan çıkmış on adım sonra sola kıvrılmış ve gözden kaybolmuştu.
Aslı’yı merakıyla baş başa bırakmıştı kaptan. Aslı kendinden beklenen bir tavırla çöp tenekesinin yanına gitti. Cebindeki sakız kağıdını atıyormuş gibi yaptı; hızlıca çöp tenekesine göz gezdirdi. Buruşturup atılan kağıdın konumunu göz hapsine aldı. Etrafa baktı ve kağıdı hızlıca çöpten aldı. Kağıtta ne yazdığını öğrenmeye an kalmıştı. Yanakları al al, sırıtışı elma şekeri parlaklığındayken arkasından yaklaşan teyzenin farkında bile değildi.
“Kızım virüs var virüs, at elindekini!” der demez teyze, Aslı irkildi. Kağıdı tek atışlık isabetle çöpe gönderdi…
Bir daha geri almak mı? Teyzenin göz hapsindeyken mi? Mümkün değil!
Aslı çaresiz tası tarağı topladı kapıya ilerledi, sıraya geçti. Yolcular tam içeri alınacakken etrafta bir hareketlilik oldu. Koşuşturmalar, su getirin, sedye getirin demeler…
Herkes neler olduğunu anlamaya çalışırken getirilen sedyede götürülen; bizim pilottan başkası değildi!
Aslı kaptanın ağlamaktan şişmiş gözlerini görür görmez; gururlu bir kaptan olduğunu anladı. Kağıtta her ne okuduysa öyle bir cümle vardı ki demek; sonunda gözyaşlarına hakim olamamıştı. Ah kaptan!
Naciye Erkul İnanç