Delirdiğimi düşünüyorlar. Ben de öyle düşünüyorum. Benim onlardan farklı düşündüğüm kısım şu; delirmiş olmam saçmaladığım anlamına gelmiyor. Boyut değiştirdim, bunun kabul görmüş adı da delilik. Ancak deliliğin hakkını vermem lazım, daha gidecek yollarım var, yani olmalı. Delirince aklım başımdan gitmedi, olayların bilincindeyim. Anakronik bir halde değil zihnim. Sürecin devamında sağlıklı izlem yapabilmek için günlük tutmaya karar verdim.
Şöyle başladı…
Bir süredir sessiz telefonlar geliyordu eve. Ben eve girince telefon çalıyor, açıyorum kimse konuşmuyor ama kapatmıyor da. Evde sadece ben varken oluyor, birileri geldiği anda telefon olağan mesaisine dönüyor. Üç gün önce okuldan çıktım, her zamanki gibi apartmanın önüne geldim, merdivenlerden çıkmaya başladım. Elektrikler kesik, asansör çalışmıyor, apartmanın da neredeyse tüm daireleri boş. Biz ilk taşınan dairelerden biriyiz. İkinci, üçüncü, beşinci kattaki dairelerde hala inşaat sürüyor. Kabası bitik de incesi kalmış, birkaç aya tamamlanır gibi. Neyse ikinci kata çıktım, kapısı henüz takılmamış daireden bir işçi çıktı ve arkamdan merdivenleri çıkmaya başladı. Hızlı soluk alıp verişinden bir acayiplik olduğunu anladım. Üç, dört derken beşinci kata geldiğimde artık olası bir saldırıda pencereden atlama şansım iyice azalmıştı. Daha fazla çıkmayayım diye yavaşladım, ne olacaksa en fazla beşinci katta olsundu. Adam önüme geçer ben de rahatlarım diye düşünürken, adam enseme geldi kolumdan tuttu ve beni duvara yapıştırdı! Duvardaki kireçtim artık. Şimdi tam olarak benim olmayan beynim, o an sağ olsun hızlı çalıştı. Cem Karaca’nın tamirci çırağı geldi aklıma, belki bunu dinleye dinleye yoldan çıkmıştır, içeride bir yerde romantik bir yanı olabilir, diye düşünerek saldırıya uğrayacak gibi değil de ilan-ı aşkın eşiğinde gibi davranıp yaşama şansımı denemek istedim. Dünyanın en saçma gülümsemesini bulup titreyen yanaklarıma yapıştırdım.
“Bişey söylemek istiyorsunuz galiba, buyrun” dedim duvara yapışık halimle.
Adam şaşırdı, bağırmamı bekliyordu muhtemelen, ben bağıracaktım o da ağzımı burnumu kapatıp tecavüz edecekti. Bu tuhaf tepkim ona bildiği sahneleri unutturdu. Boğazını temizledi, kaşını gözünü yeni duruma göre yerleştirdi.
“Sussana be!” dedi.
“Tamam zaten dinliyorum, söyleyin” dedim. Halbuki söylemekten ziyade davranmaktı onun niyeti.
“Ben senden hoşlanıyorum” demek durumunda kaldı. Söylediği şey kendine de yabancı geldi.
“Aaaaa öyle mi, gerçekten mi?” dedim.
İyice şaşırdı. Cümlesinin devamını bekler gibi baktım yüzüne. Çünkü konuyu orada kapatıp yukarı doğru koşmaya başlasam yine sinirlenecekti ve hayal ettiği sahneyi gerçekleştirecekti. Konu tamamen bitmeli diye düşündüm. İçini döksün, rahatlasın, ben de merdivenleri güvenle ve sakince çıkayım. Ben ısrarla konuşmasını bekleyince,
“Yani uzun zamandır seni takip ediyorum, hoşlanıyorum işte” dedi.
“Çok teşekkür ederim, şaşırdım, beklemiyordum hiç. Yani fark etmemişim.” dedim. “Fark etmemişim” lafı beklediği kızgınlık için yeterli ateşi verdi.
“Fark etmezsin tabii, işçiyim diye de mi? Sen bir işçiyi nereden görecen de mi?” dedi.
“Hayır hayır yanlış anladınız beni, bu ara o kadar yoğunum ki, okul dersane sınavlar filan derken, başımı kaldıracak halim yok inanın. O yüzden fark etmemişim” dedim.
“Sen sınavlara girecen, okuyup büyük adam olacan, ben buralarda sürünecem tabii. Ne işin olur de mi senin benim gibilerle” dedi.
“Yoo ben aşka inanıyorum” dedim. Şaşırdı, sevindi sanki, beni takdir etti.
“Aşka inanıyorum ama aşkın hakkını vermek lazım. Benim için şimdi doğru zaman değil. Bunu bir teklif olarak görüyorum ve gerçekten teşekkür ediyorum. İnanın bu ara kendime böyle bir zaman ayıramam, izin verirseniz eve gidip ödevlerimi yapmam gerekiyor” dedim. Gözlerindeki ateş sönmüştü, soluğu normalleşti. Kolunu, sağ omzumun üzerine doğru dayadığı duvardan çekti.
“Görüşmek üzere, kolay gelsin” diye hızlıca merdivene yöneldim. 6. kata yavaş yavaş çıktım, sonraki iki katı nasıl çıktığımı hatırlamıyorum. Kapıyı çaldım, abim açtı, yüzümdeki beyazlığı görünce “N’oldu?” diye sordu.
“Bir adam yolumu kesti, beşinci katta…” diyebildim. Abim mutfaktan bir bıçak alıp aşağıya doğru “Orospu çocuğuuuuuuu” diye bağırarak fırladı.
Adam kaçmış Allahtan, abim katil olmadı. Yüzünü tarif et dediler ama hiçbir şey hatırlamıyorum. Kendimi feci suçlu hissediyorum, abime söylememeliydim galiba. Ben durumu idare edebildim, adam da sonuçta bir şey yapmamış oldu. Belki de zaten ben yanlış hatırlıyorum, yani bana öyle geldi, belki de öyle bir adam yoktu, sadece benim için çalan telefonlar gibi. Neyse bu vesileyle bir daha evden çıkmamaya karar verdim. Sonuçta benzer bir şeyin yine başıma gelmeyeceğini kimse garanti edemez. Başka insanları da zan altında bırakmak istemem.
Üç gündür evdeyim yani. Sadece balkona çıkıyorum. Geceleri uyumuyorum tabii, karanlık tekin değil, uyanık olmakta fayda var. Gündüzleri uyumak da zaman kaybı oluyor, o yüzden tercih etmiyorum. Uyumadıkça yeni arkadaşlar ediniyorum. Karşı apartmanın balkonunda sabaha karşı konuştuğum beş tane arkadaşım oldu şimdiden. Sadece benimle konuşabiliyorlar çünkü hepsi daha üç dört aylık. Çok tatlı insanlar. Aslında 6 kişilerdi ama dün sabah biri aşağı atladı. Neyse oluyor delilikte böyle şeyler. Bir de şunları not almam lazım…
Artık müzik seti kendi kendine çalışıyor. Günün herhangi bir saati son ses açılıyor ve bir tek şarkı çalıp kapanıyor.
Odamın tavanında bir kedi ve 6 yaşında bir kız çocuğu yaşıyor, konuşmalarını çok net duyuyorum.
Sağ kolumda bir yazı belirmeye başladı, damarlarımdan harfler şekilleniyor. Şimdilik S ve E harfleri var.
Arkadaşlar beni çağırıyor şu an, onları uyuttuktan sonra yazmaya devam ederim. Şimdilik her şey normal seyrinde, anormalce devam ediyor.
Okşan Bostancı
(Görsel Sanatçısı Servet Orhan)