Tıraş fırçasını sabuna sürterek köpürtürken tuzdan yapılmış gibi dağıldı, birkaç saniye içinde elimde ağaç gövdesinden başka bir şey kalmadı. Lavabodan tüylerini toplayıp uzun süre şaşkınlıkla baktım; iş için şehir dışına çıktığım günlerde kullandığım tıraş köpüğünü bulup avucuma sıktım, soğuk suyla yüzümü iyice ıslatıp sürdüm, sol favorimin altından başlayıp jileti boğazıma kadar zorlukla indirdim, derim üç yerinden kanamaya başladı. Tıraş fırçası için hazırladığım sıcak suyla yüzümü yıkayıp sağ yanağıma geçtim; derim yüzülüyormuş gibi hissediyordum, küfrederek jileti lavaboya fırlattım.
İş çıkışı bir süpermarkete girip reyonların arasında uzun süre dolaştım; birbirlerine benzeyen üç farklı marka satılıyordu, rastgele birisini satın alıp eve yürüdüm. Sabah sıcak suyu hazırlayıp yeni fırçayı içine bıraktım, tüyleri birleşip parmak kalınlığında bir şeye dönüştü, suyun içinde eğilip bükülüyordu. Sudan çıkarıp köpürtmeye çalıştım, bir türlü olmuyordu; sahteydi, kandırıldığımı düşünerek çöpe fırlattım. Tıraş köpüğünü yüzüme yayarken eski fırçamı görmek için çöp kutusuna göz attım, hiçbir iz bırakmadan yok olmuştu. Derim yine birkaç yerinden kanamaya başladı, jileti lavaboya fırlatıp söylenerek çöpü kapının önüne çıkardım. Tıraş fırçası bulmak için bilgisayarın karşısına geçip yarım saat uğraştıktan sonra işimi şansa bırakmamak için en pahalısını sipariş ettim.
Kargo fırçayı akşamüstü işyerime getirdi. Sabah heyecanla kutusunu açıp umutla sıcak suyun içine bıraktım, kızmış bir kirpi gibi tüyleri dikildi, yeni olduğunu düşünerek kurulayıp yine suya soktum; hiçbir şey değişmiyor, suyun içinde kirpi gibi kabarıp açılıyor, çıkarınca suyu bırakıveriyordu. Makasla birkaç santim kısaltmayı denedim, yine bir şey değişmedi. Bir hafta boyunca mücadele ettim, yüzümde garip kızarıklıklar oluşmaya başlayınca daha fazla dayanamayıp çöpe fırlattım.
İş çıkışı iyi bir tıraş fırçasını nerede bulacağımı düşünerek Kordon’a yürüdüm. Önünden geçtiğim bir eczanenin vitrininde temizlik malzemeleri görerek tıraş fırçası sormak için girdim. Fırça sorduğum son eczacı nazikçe seyyar satıcılara bakmamı tavsiye etti. Basmane’ye yürüyüp birkaç seyyar satıcı tezgâhına baktıktan sonra tıraş fırçası bulma umudumu yitirerek eve döndüm.
Huzursuz birkaç ay geçirdim; yılbaşından önceki son cumartesi günü her hafta sonu yaptığım gibi altılıyı yazıp ganyan bayine yürüdüm. Kuponu ve parayı uzatırken uzun zamandır kaybettiğimi, altılıdan son parayı tıraş fırçam dağılmadan önce kazandığımı hatırladım. İlk yarışın sonucunu beklemek için ganyan bayisinin önündeki banka otururken, karşısındaki berber dükkânını gördüm; iyi bir tıraş fırçasını nereden alınacağını berberler bilirdi, bunu daha önce nasıl düşünemediğime şaşarak yolun karşısına geçtim. Berber elinde tıraş fırçası, müşterisinin yüzünü köpürtüyordu. Karşısındaki televizyonda başlamak üzere olan at yarışına göz atıp bana döndü.
“Saç mı, sakal mı?”
Gülümsemeye çalışarak konuştum.
“İkisi de değil.”
Koltukta uyuyan müşterisinin yüzünü köpürtmeyi bırakıp vereceğim cevabı duymak için beklemeye başladı.
“Tıraş fırçam kırıldı, birkaç aydır arıyor ama bulamıyorum; iyi bir tıraş fırçasını nerede bulacağımı soracaktım.”
Yüzünde ne anlama geldiğine karar veremediğim bir ifade belirdi, yorgun gözleri önemli bir şey duymuş gibi açıldı, işini bırakıp karşıma geçti, eliyle oturmamı işaret ettiği sandalyenin kıyısına iliştim.
“Tıraş fırçasını kaç yıldır kullanıyordun?”
Sorumu anlamadığını düşünerek cevap verdim.
“Kırılan fırçayı mı soruyorsunuz? On beş yıl.”
“Ne zamandır yeni fırça arıyorsun?”
“Birkaç aydır.”
“Ben de yıllarca aradım; bulamazsın…”
“Tıraş fırçası mı aradınız? Yeni fırça mı bulamam?”
Yüzüne yerleşen kendinden emin ifadeye şaşarak sordum.
“Neden?”
Elli yaşlarında, kel, tıraşı uzamış, alkol yüzünden erken yaşlanmış bir adamdı. Uykusuzluktan gözlerinin altındaki torbalar daha şimdiden sarkmış, yüzü kıpkırmızı olmuştu.
“Bulamazsın, ben iki yıl aradım bulamadım.”
Sözü yarım kaldı, başlayan yarışı takip etmek için dükkânın bir duvarını kaplayan televizyona döndü. Ganyan bayinin önünde bekleşen kalabalık yarışı izlemek için berberin önündeki kaldırıma sıralandı. Altılının ilk ayağında beş dişi İngiliz tayı koşuyordu; atlar son yüze kadar kopmadılar, üç at birlikte finişe girdi, aralarındaki birkaç santim farka rağmen kazananı herkes görmüştü; kaldırımdaki kalabalık fotofinişi beklemeden keyifli kahkahalar atarak, şakalaşarak dağıldı. Kalabalığın altılısı yürüyordu, cebimden kuponu çıkarıp buruşturdum, sehpanın üstündeki kül tablasına bıraktım. Berber kupona bir bakış atıp koltukta uyuklayan adamın yüzünü yine köpürtmeye başladı. Bir süre sustuk, berberin yüzünde beliren gülümsemenin nedenini düşünerek konuşmasını bekledim. Fırçayı bırakıp usturanın jiletini değiştirirken bana döndü.
“Çıraklığa bu dükkânda on yaşında başladım, yirmi yaşıma geldiğimde bu mahalledeki herkesi defalarca tıraş etmiştim. Askerden gelince ustamdan izin alıp bir sokak ileriye dükkânımı açtım. Makasları, fırçaları, tarakları, havluları en kaliteli markalardan ustam aldı; her şey umduğum gibiydi, birkaç hafta sonra dükkânım dolup taşıyordu.”
“İki, üç ay sonra müşterilerim azalmaya başladı; birer ikişer ustamın dükkânına geri dönüyorlardı. Şaşkınlık içindeydim, nerede hata yaptığımı bir türlü bulamıyordum. Ne olduğunu anlamaya çalışarak birkaç ay ustamın dükkânının çevresinde dolaştım; benim yerime on beş yaşlarında bir çırak almış, onu çalıştırıyor, her zaman yaptığı gibi yine at yarışı izliyordu. Yıllarca tıraş ettiğim birkaç müşterimin önüne geçip neden gelmediklerini anlamaya çalıştım; hiçbirisi inandırıcı bir şey söyleyemiyordu.”
“On yıl beni çalıştırıp yarış izlemiş, şimdi de başka bir çocuk bulmuş, onu çalıştırıp yine yarış izliyordu; ustam için dönmediklerini biliyordum, dükkânında başka bir şey buluyorlardı. Benim dükkanımda olmayan, görebildiğim tek fark tıraş fırçasıydı; on yıl aynı fırçayı kullanmıştım, yeni çırak da aynı fırçayı kullanıyor, ustamın dükkanında başka fırça kullanılmıyordu. Bu garip durumu yıllarca fark etmemiş ya da bunun önemli bir şey olduğunu anlamamıştım. Ustamın dükkânında kullanılan bu fırça için geri dönüyorlardı, tek fark bu yaşlı, kırçıllı tıraş fırçasıydı,”
“Ustamın dükkânında kullanılan yaşlı, kırçıllı tıraş fırçasının hatırladığım hiçbir özelliği, bir markası bile yoktu; benzerini kolayca bulup dükkânımda kullanabileceğimi düşünerek aramaya başladım. Berber malzemeleri satan hiçbir yerde bulamıyordum; aylarca toptancılara, tanıdığım berberlere haber bırakıp arattırdım, benzeri yoktu. Mahalledeki berberleri dolaşıp tıraş fırçalarını incelemeye başladım, İzmir’de ne kadar berber dükkânı varsa girip çıktım; sıradan, hiçbir özelliği olmayan fırçanın benzerini bulamıyordum. İki yıl şehir şehir dolaşarak, gittiğim yerlerde birkaç ay berberlik yaparak aradım; bulamayacağımı, çalmaktan başka çare olmadığını anlayıp otuz yıl önce geri döndüm, ustamın yanında yeniden çalışmaya başladım.”
“İlk günün sabahı ustam dükkânın anahtarını bırakıp hiçbir şey söylemeden çıktı gitti, her şey çok kolay oldu, yıllardır aradığım fırçayı alıp kapıya yürüdüm. Dükkândan çıkmak üzereyken ustamın fırçasının iki yılda incelediğim, dokunduğum binlerce fırçadan ne farkı olduğunu düşünerek incelemek için durdum; kırçıllı tüyleri daha da yıpranmıştı, gördüğüm fırçalardan hiçbir farkı yoktu; hatta hepsinden daha düşkün, daha yaşlıydı. Bu görünüşüne rağmen sırrın bu fırça da olduğunu biliyordum, hiçbir şüphem yoktu; çünkü tek fark bu fırçaydı, kavrayamadığım başka bir neden olmalıydı; birkaç gün çalışıp çalmadan önce ustamdan fırçanın sırını öğrenebileceğimi düşünerek yerine bıraktım.”
Muslukta yıkadıktan sonra fırçasını elleri titreyerek uzattı.
“Bu fırçanın sırrını öğrenme isteği beni bu dükkâna hapsetti, her gün çalıp gitmeyi hayal ederek otuz yıl daha çalıştım. Ustam geçen yıl, senin oturduğun sandalyede, at yarışı izlerken, kalp krizi geçirip öldü. Yerde kıvranırken parmağıyla elimdeki fırçayı gösterip “Yavuzhan’ın yelesinden…” diye başlayan son cümlesini tamamlayamadı…”
“…”
“At yarışı oynar mısın?”
“Evet.”
“O zaman Yavuzhan’ı bilirsin, doksanlı yılların şampiyonu… bütün yarışları burun farkıyla kazanırdı, on yıl boyunca altılıların banko atıydı. Ustam “Bu fırça Yavuzhan’ın yelesinden yapıldı.” mı diyecekti? Tıraş fırçasının sırrı bu muydu? Çok düşündüm ama bir sonuca varamadım; onun için mi benzeri yok? Bazen buna inandığım oluyor.”
“Fırça aradığım iki yılı saymazsak ölene kadar ustanım yanından ayrılmadım, Yavuzhan’ın yarıştığı yıllarda da bu dükkândaydım ama bu fırçanın Yavuzhan’ın yelesinden yapıldığının konuşulduğunu hiç duymadım. Ustamın son nefesinde fırçayı göstererek “Yavuzhan’ın yelesinden…” dediğini müşteriler öğrense ne düşünürlerdi? Ustam öldükten sonra anladım; bu dükkânda tıraş olmanın altılıda şans getirdiğine inandıkları için buradan ayrılmıyor, bunu önemli bir tüyoymuş gibi birbirlerinden bile gizliyorlar. Yıllardır yarışlar başlamadan dükkânın önünde bu yüzden tıraş sırası olur…”
Sözünü bitirip yüzüme merakla bakıp daldı, gözlerinde sadece hüzünle anlatılamayacak garip bir ifade belirdi.
“Hayatım boyunca bu tıraş fırçasıyla uğraştım, bu yüzden evlenemedim, bu fırçadan başka bir şeyim olmadı; başka birinin tıraş fırçası arayacağı aklıma gelmezdi.”
Bir şey söylememi beklemeden usturayı alıp koltukta yarım saattir uyuyan adamın yağlı yüzünü yakaladı, parmakları etinin içine gömüldü; aceleyle, uyumasına aldırmadan favorisinin altından başlayıp boğazına kadar usturasıyla adamın yüzünün kıvrımlarını takip etti. Pembe, dumanı tüten bir deri ortaya çıktı, köpüğü bir kâğıt parçasının üstüne alırken yüzüme bakmadan sordu.
“Tıraş fırçasını nereden almıştın.”
Bir süre düşündükten sonra nasıl unuttuğuma şaşarak, babamdan kaldığını hatırladım; öldükten sonra hiçbir şey düşünmeden kullanmaya başlamıştım.
“Babamın fırçasıydı…”
Uzanıp berberin tezgâhın üstüne bıraktığı fırçayı aldım, fırçamdan hatırladığım tarifsiz kokuyu burnuma çektim; kırçıllı, yaşlı tüylerine dokunurken fırçama benzediğini fark ettim. Berber işini bitirip gözlerini kırpıştırarak elimden aldı.
“Bu fırçayla tıraş olmak ister misin?”
Döndürdüğü koltuğa oturdum, fırçasını sıcak sudan çıkarıp sol yanağımı köpürtmeye başladı, ölümünden yıllar sonra babamı hatırladım; kırçıllı fırçasıyla yüzünü köpürtür, tıraşını olur, her hafta sonu giyinip kuşanır ganyan bayisine gider, hiçbir altılıyı kaçırmazdı. Çok az konuşan bir adamdı; on beş yıl önce uykusunda ölmüş, hayatımızdan sessizce çıkmıştı. Belki ganyan bayinin karşısındaki bu berbere geliyor, ölen usta ile tanışıyor, fırçanın sırrını da biliyordu. Çöpe attığım fırçamın da Yavuzhan’ın yelesinden yapıldığını düşünerek gözlerimi açtım. Berber işini ezbere yapıyordu; sağ yanağıma geçti, birkaç aydır unuttuğum duyguyla gözlerimi yumdum; sol eliyle yüzümü ezbere çeviriyor, sağ elindeki ustura hiç durmadan çalışıyordu.
Berber yüzümü yıkayıp kuruladıktan sonra elinde fırçasıyla birkaç adım geriye çekildi, ne söyleyeceğimi gözlerini kırpıştırarak beklemeye başladı. Televizyonda altılının ikinci ayağı başlamak üzereydi, atlar padoktaki yerlerini alıyordu. Yarış başlamadan yetişmek için koltuktan kalkıp üstümü temizleyerek ganyan bayisine koştum, cebimdeki son parayı bayiye uzatıp rastgele bir ata tek oynayıp yarışı izlemek için berberin önünde toplanan kalabalığa karıştım.
Altılının ikinci ayağında on iki dişi Arap tayı yarışıyordu; atlar son yüze kadar toplu koşup finişe de hep birlikte girdiler, yazdığım at burnunu uzatıp yarışı Yavuzhan gibi kazandı. Kaldırımda homurdanmalar başladı, kalabalık söylenerek dağılırken dükkâna girdim, berber tıraş fırçasını sımsıkı tutmuş, beni bekliyordu; göz göze geldik, birkaç adım geriye çekildi, son yarışta kazanan atı ikimiz de tek yazmıştık.
Bilge Ay
18 Mayıs 2020/Edremit