Kaç gündür ülkemi ve dünyayı yakan ateş ile kavrulurken, bu sıcakta ütü yapmanın ne denli zor olduğunu hissettim. Ütü ısındıkça yüzüme vuran ateş kuruyan çamaşırların üzerine serptiğim su ile birleşince coz diye çıkan ses yüreğime dokundu kaşım çatıldı, tuhaf hissettim birdenbire.
Su her canlının yaşamında kutsal olsa da ona karşı bir kırgınlığım vardı; yüzyıllar önce Kerbela Çölleri’ne yağmur olarak dökülmediği için. Gerçi adı üzerinde çöldü ama hani bazen nasıl istediği yere dökülüyordu, o gün neden dökülmedin diye hep sorguladım Su’yu. Çünkü su diye inleyen canlara karşı zalimlerin yanında olamazdı Su.
Kerbela’dan zihnime yerleşen susuzluğun sessiz çığlığını duyumsadım. Bugün gözlerimden yaş akacaktı, istemedim, su diye. O gün, yüzyıllar önce de Kerbela’da insanlık ölmüştü; yine seyrediyordu Kufeli’ler bugün seyredenler gibi.
Bugün ile yüzleştım. Ütülediğim şeyler canları olmayan ama bir canın ürettiği kumaşlardı. O bile fazla ısıya, ateşe itiraz ediyordu, coz-cız sesleri çıkararak. Bıraktım, yine erteledim ütü yapmayı; gönlümün sızısı, yüzyılların susuzluğunu ve 2 Temmuz’un ateşini ile bugüne taşıdı.
Ateşin rengi, kızıllık, kül yığınları, yangın görüntüleri, sesleri, yönetenlerin (yönetemeyenlerin) anlamsız açıklamaları… Kendimi, içine ışık sızmayan havası alınmış bir kanalın içine kapattım. Ne ışık, ne hava, ne de su istedim. İstedim ki 1 dakikalığına yanayım onlarla. Onlar mı kim? Hangi birini sayayım… Yeşilin anası, hayvanların teslim olmuş, kaçacak yeri olmadan yanarken gelen kokusu ile kapattım kendimi o kanala. Başım döndü. Meleşen canlara elimi uzatsam dokunacaktım. Neredeyse kendimi onlara teslim edip onlarla gitmek istedim.
Canlı ne demektir? Canlı evlattır; evladın ağacı, hayvanı olmaz ki, hepsi evlat. Ben kimim; o evlatları ekip, diken, besleyen ve yanmasını seyreden mi? Ben mi kimim; televizyon kanallarında feryadı duymayıp boy gösterenlere boyun eğen mi? Ben bunların hiçbiri olamazdım. Bana insan demişlerdi o zaman yanan bendim orada canım vardı, o yandı. Aklım yerinde durmuyordu. 2 Temmuz alevi tüten sisin içinden sıyrılıp geldi teker teker fotoğraflarla. Ardından döküldü o zamanın siyasilerinin inci sözleri. O gün Madımak Oteli yanmadı ki insanlık yandı.
Umut ve umutsuzluk ince bir çizgiydi; vazgeçmek kolaydı yormadan, yorulmadan.
Ama ben bütün acılara rağmen doğduğuma, ağladığıma ve sonra her çocuk gibi gülmeyi öğrendiğime göre demek ki umut hep vardı. Ve sonra, o günlerin sessizliği bugünlerin çığlığı olmuştu, itaat etmemeyi öğretmişti.
Silkelendim, gözüm kapalı gezdim dağları, ovaları, yaylaları. Rastladığım her yanmış ağaç kalıntısı, bana buraların geçmiş hikayesini anlattı. Doğanın ve canlıların yaşadıklarını ve bir zalimin elinden gelen sonlarını. Hayvanlar sis ve kor içinde ayrı bir koku bırakmışlardı, insanlık utansın diye.
Kim mi hissetti o kokuyu? Elinde itfaiyeci hortumu ile alevleri söndürmeye çalışırken nefesini onların yanına bırakan bir can… Kim mi hissetti; kovaları elden ele taşıyıp ateşi dayanışma ile söndürmeye çalışan kadınlar… “Evim barkım yanaydı da hayvanlarım, bitkilerim yanmayaydı” diyen kadın.
Kim mi hissetmedi? Bize hikaye anlatan siyaset! Bizim sizlerden çok, pek çok alacağımız var insanlık adına. İnsan olmak zor zanaat; insan kalıbındaki herkes insan değil, bunu gördük, görüyoruz.
Şimdi hummalı bir biçimde Cuma ( aslında Cuma günlerini hiç sevmem) gününe hazırlanıyorum. Ufak, tefek de olsa kadınlarla el ele verip hazırlayacağımız paketlerin içine yüreğimizi de koyacağız. 29 Ekim Kadınları Derneği olarak ellerimizi birleştireceğiz; tıpkı Pir Sultan Abdal 2 Temmuz Vakfı’ndaki kadınlar gibi, tıpkı Avusturya’daki Hızır Derneği’ndeki canlarla buluştuğumuz gibi, tıpkı insan olmanın farkında olan, beni hiç yalnız bırakmayan canlar gibi. İyi olan her şeyin yanında olmak bana annemden miras. Bu yürekler, bir nebze sis, duman, ateş, su ve en kötüsü, her nefeste içimize yerleşen o kokuyu azaltabilir.
Doğanın yok olmasını seyreden insansılar, duyun; hem benim hem de arkadaşlarımın sizlerle büyük kavgası var. Ben vazgeçmem, yoldaşlarım da vazgeçmez!
Kolay gelsin hepimize sevgili canlar! Dayanışmamız dünyayı güzelleştirirken umudu besleyecek.
Geçmiş olsun Anadolu’ya , geçmiş olsun dünyaya ve insanlığa. (Bundan sonraki süreçte afetleri, katliamları bekleyip bir sürü acıyı daha derin yaşamamak için dostlar ve yoldaşlarla yeni çalışmalar içine gireceğiz.)
Emel Sungur Uzman