Hayat tam bir gölge oyunudur, ipler bazen güvenilir ellerdedir bazen de seni çukura itme çabası içinde olan bir zalimin eline geçer. Hayat hangi taraftan bakarsak bakalım hem acıdır hem de derin iz bırakır.

Yıllar o acıların derinliklerini kapatır gibi gözükse de içten içe kemirir seni. Bu acı sarmalı bu tuluat sadece sana ait değildir aslında kabul etmeyip  ‘ben haklıyım, ben doğruyum’ dese de insan mutlaka bir taraftır, asla hep doğru, hep yanlış olmaz kendine has bir dengesi vardır dünyanın. Herhangi taraftan bakarsak bakalım bir tortu, bir dipte kalış vardır; parçalanmış yüreklerin un ufak olması, akan sıvının bulanması, zihnin insanın yüreğini kemirmesi hala insanlığın izlerinin tükenmediği, kendi ile hesaplaşma ve sorulacak yanıt arayan soruların belki de aranılan analizidir.

Bilim elbette bunları rakamlarla, testlerle, genlerle veya farklı onlarca faktör ile anlatır. Ben de ancak böyle sıradan böyle basit ve anlaşılabilir kelimelerle paylaşıp kanayan yarama tuz basarak değil, pamukla usul usul çare ararım.

Bugün parmaklarım bir fotoğrafın bıraktığı izlerin arasından dökülen bana hüzün verip yaşamları etkileyen bir yolculuktan coşa geldi. Burada haklı, haksız, suçlu suçsuz aramak değil konuşulamayanları konuşmak istedim. Aslında çok ortada olmadığı için bir çerçeve de olmadığı için, unutturulmak istendiği, unutulmak istendiği için fazla yıpranmamış, atılmaya da kıyılmayan bir mazinin taze duran bir fotoğrafı. Üç kişiden oluşan bu fotoğrafta karşına alıp o fotoğrafın hikayesini anlatacak kimseler yok. Ama o fotoğrafı görünce kafasını geriye döndürüp mazisini arayan o fotoğraftan kalan izler var.

Erken yaşta evlilikler, büyüklerin tercihleri, çocukluğunu yaşayamayan kadınlar ve aldıkları yükü taşımakta zorlanan, iyi koşullar da yaşamayı, yaşatmayı ( ekonomik olarak ) tek doğru sanan erkekler. Yalnız gecelerde korku ile yastığına sarılan çocuklar, koyunlarına eş yerine hemen giren bebekler ve içlerinde kalan hiç yaşanmamış çocukluklar. Belki şehirlerde okula giden akranları yerine büyüklerin kararıyla usulca, süzülerek adamların eş diye koyunlarına giren kadıncıklar. Bebeği ağladığı zaman onunla beraber ağlayan, onunla hasta olan annecikler. Belki karanlıktan korkan annesi o evde olsa onun koynuna girmeyi düşünenler artık sorumluluk sahibidirler ve pek çoğu sadece bebek değil, ev işi, büyüklere bakmakta zorundadır.

Bu fotoğrafta öyle bir konu yok ama minik kadınların iş bölümü böyledir; ayaklarına minik ayakkabılar giyip, kabarık elbiseleri ile bayrama gidecek yaştayken bebek kundaklayan kadınlar. Akşamları kendi evinde olsa belki de yatmadan gece sütünü içip yatacak bu çocuk- kadınlar artık ak memelerinden akan sütün bir damlası ziyan olmasın diye gözleri uykudan kapansa da minicik ağzın cokurtu ile emmeye çalıştığı süte bakıp acıyan memesine rağmen emzirmeye devam eden, oyuncak bebek ile başlayan yolculukta birden büyüyen kadıncıklar. Bahçede arkadaşını görüp yanına gidemezken kayınvalidesi ve komşulara çay götürmeye çalışan minicik kadınlar…

Bu yolculukta amaç bir suçlu bulmak değil;  o döneme göre iyi eğitim almış, sevilen bir ailenin çocuğuna kızını vermektir aslında anne- babanın niyeti. Niyet iyidir ama yaşam ve gerçekler farklıdır;  aradaki yaş farkı, ayrı şehirler, korkulu yalnızlıklar, aile ile ilk zamanlar paylaşılamayan ve yanıt bulunamayan sorular, akan zaman hızla değişen dünya…

Evet, bu öykünün kahramanı benim; aslında ailemle hep yan yana olmaktan da korkmuşumdur, çok uzak kalmaktan da. Uzaklaştıkça sadece mesafe değil duygular da uzaklaşır ama sevgiye hep ihtiyaç vardır; minicik yaşta anne olmak ve yürekteki sevgiyi ona vermek çok güzeldir ama o sevilmek istemez mi, güzelsin sözünü duymak istemez mi? İnsanın sevgi dünyası sadece vermek üzerine midir, almak istemez mi sevgiyi içine çekmek istemez mi insan?

Aslında bütün bu anlattıklarım fotoğrafın bana yazdırdıkları değil; söyleyemediklerimin hatırlanması belki de. Bu fotoğraf bana yaşamımda çok özel yeri olan bir yakınımdan geldi, bir soru ile yanıtını verdim. Yine çok sevdiğim bir yakınıma  gitti benim için dolması mümkün olmayan yerin sahibine. Belki zaman tünelinde birkaç günden sonra kaybolacak, benim sıkça kendime sorduğum, neden, niçinler içinde dünyasını tekrar dökecek ortaya ama bu soruların hiç yanıtını bulamayacak çünkü ben de bulamadım, milyonlarca insan da.

Sonuç iki insan senin dünyaya geliş nedenin olmuş, anne karnı gibi dünyanın en lüks, en korunaklı, en samimi ve en güvenilir hanesinde aylarca kalmışsın. Sonra o mekan sana dar gelir olmuş, hava, toprak, su ve zalim yaşam koşulları seni içine çekmiş; artık dünyaya açılmışsın. Bu yeni dünya da sen ne ile karşı karşıyasındır, minicik yüreğinde ne travmalar yaşayacaksındır? Bunun sorumlusu da, bu hikayenin yazarı da sen değilsindir ama başrol oyuncususundur.

İşte bu fotoğraf bana daha sonra yazmayı düşündüğüm yaşanmışlıklarımızın önünü açan bir kağıt parçasının koyu siyahı ile ak beyazı oldu; zaman içinde her iki tarafla da sımsıcak ilişkilerim olsa da zaman zaman birbirimizi yorduk kırdık ama tam da anlatmaya çalıştığım gibi, ben de bir çocuktum ve korktuğumda, yorulduğumda sığınacak bir ailem yoktu…

28.03.2022

Emel Uzman

1 YORUM

YORUM YAP

Lütfen yorumunuzu girin.
Lütfen adınızı giriniz