Rahmetli dedem Çoban Mustafa’nın hatırasına…

Çok üşüyorum.
“Anaa!”
Sesimi duymuyor anam. Yağmurdan sırılsıklam ıslandım.
Anam beni eve alsa ya!
Koyunları kaybettim. Haceli’nin gözüne gözükmemem lazım. Yoksa gebertir beni. Kocaman taş gibi elleriyle kulağımı kıvratıp “Bir tek koyunu kaybedersen gebertirim seni!” dediydi. Sol kulağımı ateş daladıydı sanki. Koyun kaybetmek yok.
Daha altı yaşındayım ama ben. Hiç altı yaşındaki çocuktan çoban olur mu?
Ben ağlıyorum. Burnum da akıyor. Islak koluma siliyorum işte. Circimit oldum, ıslandım hep. Çok üşüyorum. Ben daha büyümedim ki! Çok da cılız kaldım. Benden çoban mı olur ana ya! Üstümde başımda da bir şey yok ki.
Ana beni niye ellere verdin? Madem verecektin, Haceli’nin yanına niye verdin? Hiç iyi bir adama vermedin beni ana. Keşke evlenmeseydin ya! Ben sana bakardım. Keşke dursaydın eski evimizde. Yedi yaşına gelene kadar dursaydın ben o zaman sana bakardım ana. Şimdi ben yedi yaşına geldiğimi nasıl bilecem ki? Sen olmazsan hep altı yaşında kalırım böyle ana ya!
Ya ben çok üşüyorum ana! Açsana kapıyı kötü karı! Oğlundan bir haber alsana, ne biçim anasın sen?
“Anaaa!”
Hah, kapıyı açıyor, duymuş sesimi.
“Mustafa! Ne arıyorsun sen burda?”
“Koyunları kaybettim ana!”
“Ne demeye kaybettin koyunları Mustafa?”
“Kayboldu işte bacağına sıçtığımın koyunu! Ana ya, sen bana niye oğlum demiyorsun hiç?”
“Mustafa sen evine git şimdi. Bak, Salim emin kızar seni kapıda görürse!”
Anam bana oğlum demiyor artık. Benden bıkmış anam. Beni çobanlığa verdi ya, sattı gitti. Başından savdı beni. Kocaya vardı, kendini kurtardı. Elalemin dilinden de kurtuldu. Ya ben ne olacağım?
Ah babam ah! Ölmeseydin keşke. Sen gittin ben ortada kaldım. Bana oğlum diyen bir Allah’ın kulu yok. Ya benim kimsem yok artık! Ayağımı çamura vuruyorum inadıya.
“Gitmiyorum hiçbir yere!”
Evin içinden bir adam sesi geliyor. Demek Salim emi anama söyleniyor. Ben kapıya geldim diye kızmıştır o. Şu kapıya it gelse kızmaz. Koyun gelse sevinir. Bacağı kırılasıca koyun! Bana niye kızıyorsunuz ya? Ben altı yaşında bi çocuğum işte.
Off çok üşüyorum.
“Öleyim ben burda soğuktan!”
“Git burdan Mustafa! Hadi, Hacı Ali dayının evine var git sen, o seni bekler şimdi.”
Gitmiyorum. Kızıyor anam.
“Allah’ını seversen git. Adamın başını belaya koyma!”
Anam kapıyı kapatıyor. Babam olsaydı benim de evim olurdu. Kapım olurdu. İstediğim zaman açardım o kapıyı, girerdim içeriye. İçerisi sıcak olurdu. Dışarısı buz gibi olsa bile kapıdan girince sımsıcak olurdu, ısınırdım. Babam olsaydı anam beni dışarıda bırakmazdı soğukta, yağmurda. Böyle baştan ayağa circimit ıslanmışken, ellerim buymuşken gelip kapıyı çalsaydım anam hemen koşturur, üzerime titrerdi. Beni havluyla kurutur, üzerimi değiştirir, sobanın yanına sıcacık minderin üzerine oturturdu. Sobanın üzerinde kaynayan bir demlik olurdu. Sıcak bir çay. Anam o zaman bana çay da verirdi. Büyük bardakta değil hem de ince bardakta. Artık çocuk değilim ben, ince bardakta çay içerdim. Sobanın yanında minderin üstünde oturup böyle çayı “hüüp!” diye içime çekerken buhar buhar olurdu. Ne güzel olurdu ama işte babam öldü, her şey mahvoldu. Anam şimdi beni eve almıyor, en hayın adamın yanına kovalıyor.
Bunları düşününce dolukuyorum. Ağlıyorum. Düşünmeden de duramıyorum ki. Hep kafamda konuşuyorum böyle. Kimseyle konuşamayınca böyle durmadan içimde konuşmalar oluyor. Off!
“Anaaa, beni niye koydun gittin ya? Yetim…”
Ağlamaktan diyeceklerim yarıda kalıyor. Ben düşündükçe kendime acıyorum. Bir tek ben acıyorum kendime zaten. Başka kimsenin umurunda değilim. Var gücümle bağırıyorum:
“Babam varken oğlundum da şimdi değil miyim anaa!
Niye beni attın hayın karı?
Nasıl bi anasın sen ya?”
Ey vermiyor anam. Çıksa bişey söylese n’olurdu! Bağırıp çağırsa, isterse dövse bile razıyım. Ama hiç ses yok. Sanki öldüm de duyulmaz oldum.
Dişlerim takırdıyor. Soğuk, ıslak. Off ne kötü. Dişlerim dikiş makinesi gibi aynen. Tı tı tı tı… Kendi kendime ses çıkarıp dişlerimin takırdamasından türkü yapıyorum. Ağlama türküsü.
Kapıda dikildim kaldım. Evin bacası beyaz beyaz tütüyor yağmurda. Anam içerde sıcak soba başında elin adamıyla. Elin adamına yemek yapıyor. Bana bir dilim ekmek bile vermedi. Çok acıktım ama en çok da üşüdüm ben. Ellerim buydu ya!
“Anam yok benim!”
Bunu bağırmadan söyledim. Ürperdim bunu söyleyince. İçim üşüdü. Ellerim gibi yüreğim de buz kesti. Sessiz sessiz ağlıyorum. Zaten ıslandıydım biraz da gözyaşım ıslasın üstümü başımı n’olucak!
Ölsün bu yetim!
Şurada çamurun içinde ölüsünü bulsunlar yetim Mustafa’nın, çoban Mustafa’nın.
O zaman ne diyeceksin ha ana? Kaldırıp tarlaya mı atacaksın ölümü? Yoksa köpeklere mi bırakacaksın? Bırak, bırak da parçalasınlar beni, sen de nasıl bir ana olduğunu gör, gör de utan şu yaptığından. Şu yetimin eziyetini cümle alem görsün artık. Ölmek mi lazım illa görmeniz için ha, ölmek mi lazım?
Hem ölürsem Haceli de dayağın altına alıp gebertemez beni artık.
“Öleyim ben ya!”
Anamdan hayır yok bana. Bu evden fayda yok. Yansın yıkılsın o ev. Cayır cayır alev alsın ben de seyrine bakayım. Isınayım bi güzel. Anam olacak kadın da yansın o pis, mendebur adam da. Cehenneme kadar yansınlar!
“Cehennem oluuun!”
Bu size yeter. Ben gidiyorum artık. Küpeli’ye gidiyorum. O boncuk gözlü keçi benim en iyi arkadaşım.
Titreye titreye keçilerin ağılına gittim. Haceli’nin evine giremem. Islakken dayak yersem çok canım yanar. Hele üşümüşken. Kesin ölürüm bu defa.
Keçilerin ağılı yağmur almıyor. Üstünde tente var. Sessizce girdim ağıla. Kimse duymadan. Kapının yanındaki Haydut ses çıkarmıyor. Akıllı köpek beni tanıyor çünkü. Yoksa ortalığı ayağa kaldırır.
Küpeli’nin yanına uzanıyorum. Sıcak. Sarılıyorum. Titremem azaldı. Bana soluyor. Isıtıyor. Isındıkça açlığımı daha çok hissediyorum. Yavaşça Küpeli’nin karnına yaklaşıp memesini ağzıma alıyorum. Hiç kıpırdamıyor bile. İçime çektikçe ılık ılık geliyor süt.
“Anam sensin benim!”
Hiçbir insanım yok benim. Yutkunuyorum. Şu koca dünyada kimsem yok. Dünyada bin milyon kişi var. Elin bin milyon anası var. Herkesin anası var illaki. Benim anam yok. Gözyaşlarım salya sümük ağzıma doluyor. Tuzlu süt içiyorum.
Uyurum artık. Uyuyunca her şeyi unuturum. Anamı da unuturum. Hepten unuturum bundan sonra. Rüya bile görürüm o zaman. Çok güzel şeyler görürüm belki…

ŞEREF

Fotoğraf: William Albert Allard, 1981.

YORUM YAP

Lütfen yorumunuzu girin.
Lütfen adınızı giriniz